Tiroit bezi nedir?
Tiroit bezi boyunda, Adem’in elması denilen kıkırdağın altında yerleşmifltir. Vücudun enerjiyi kullanması ve depolamasıyla ilişkili olan ve triodotironin (T3) ve tiroksin (T4) denilen iki adet hormon üretmektedir. Bu vücudun enerjiyi kullanması ve depolaması işine ‘metabolizma’ da denilebilir.
Kimlere ameliyat yapılmaktadır?
Tiroit hastalıklarını kabaca ikiye ayırdığımız zaman karşımıza iki türlü hastalık çıkmaktadır: Birisi tiroidin fonksiyonel hastalıkları, diğeri ise tiroidin nodüler hastalıkları. Tiroidin fonksiyonel hastalıkları dendiği zaman yine iki türlü durum söz konusudur: birisi tiroit bezinin normalden fazla çalışması (hipertiroidi), diğeri ise tiroidin normalden az çalışmasıdır (hipotiroidi). Tiroidin normalden az çalışmasının tedavisi cerrahi değildir. Bu tip bir problemde yapılması gereken, eksik olan tiroit hormonunun ilaç olarak dışarıdan verilmesidir. Tiroidin fazla çalışması ise cerrahi olarak düzeltilebilir bir durumdur. Ancak ameliyat zorunlu bir tedavi yöntemi değildir. Tiroit bezinin tümünün yaygın olarak fazla çalışması (diffüz toksik guatr ya da bir diğer adıyla Graves hastalığı) durumunda, hastalık ilk olarak ilaç ile tedavi edilmeye çalıflılır. Eğer bunda başarı sağlanamaz ise veya tiroit hormonlarının seviyesi normale döndürüldükten sonra hastalık tekrarlar ise hastaya iki türlü ileri tedavi önerilir: birincisi radyoaktif iyot ablasyon (RIA; halk arasında atom olarak adlandırılan) tedavisidir, diğeri ise cerrahi olarak tiroit bezinin tamamının veya tamamına yakın bir kısmının çıkarılmasıdır. Tiroit bezinin fazla çalışmasına neden olabilecek bir başka durum ise sadece bir veya birden fazla nodülün aşırı çalışmasıdır (toksik nodüler guatr). Bu hastalıkta Graves hastalığının aksine geri kalan tiroit dokusu normaldir. Bu nedenle hastalığın tedavisi öncelikle cerrahi olarak aşırı çalışan tiroit nodül ya da nodüllerinin çıkarılmasıdır. Ancak ciddi ek hastalıkları olan ya da ameliyatı kabul etmeyen hastalarda RIA tedavisi de uygulanabilir. Toksik nodüler guatrda RIA tedavisine yanıt yeterli olmayabilir. Bu nedenle cerrahi tedavi birinci sırada tercih edilmektedir.
Tiroidin ikinci tip hastalıkları ise nodüler hastalıklar olarak gruplandırılabilir. Bu grupta tiroit fonksiyonları normaldir, ancak tiroidin anatomik olarak yapısal bozukluğu söz konusudur. Bu grupta iki önemli durum ameliyat için önceliklidir: Bunlardan birincisi ve de en önemlisi nodül ya da nodüllerin tiroit kanseri olduğunun saptanmış olması, diğeri ise tiroidin ve/veya nodüllerin büyüklüğü nedeni ile komşu organlara bası problemlerinin ortaya çıkmasıdır. Tiroitte saptanan nodüllere yapılan iğne biyopsisi bariz olarak selim hastalığı işaret ediyor ise ve radyolojik / klinik bulgular bunu teyit ediyor ise ameliyat için mecburiyet yoktur. Bu hastalar düzenli radyolojik ve klinik kontrol ile takip edilebilirler. Ancak selim de olsa nodüllerin boyutunda zaman içerisinde büyüme saptanması (1 yıl içinde % 50’nin üzerinde büyüme) veya bası bulguları vermesi cerrahi tedavi için neden olabilmektedir. Bunların dışında iğne biyopsisinde kesin olarak kanser tanısı konması veya kanser için şüpheli denmesi durumlarında cerrahi tedavi kaçınılmaz olmaktadır. Bazı durumlarda iğne biyopsisi yapılmasına rağmen tanı için yeterli materyal elde edilememesi nedeni ile patoloji uzmanları kesin tanıyı verememektedirler. Bu durumda görüntüleme yöntemleri ve klinik muayene nodülün habis olma ihtimalini kuvvetle destekliyorlar ise ameliyat tercih edilebilir. Ya da tüm diğer bulgular nodülün selim olma ihtimalini artırıyor ise nodüle 1-3 ay içerisinde tekrar iğne biyopsisi yapılması düşünülebilir. Tekrarlayan biyopsilerde de yetersiz biyopsi rapor edilir ise ameliyat ile nodülün bulunduğu tiroit lobunun çıkarılması düşünülmelidir.
Ameliyatlar sırasında veya sonrasında ortaya çıkabilecek olumsuz durumlar (komplikasyonlar) nelerdir?
Tiroit ameliyatı için söz konusu olan belli başlı komplikasyonlar arasında ameliyat sonrasında oluşan kanamalar önceliklidir. Çünkü tiroidin çıkarıldığı boşluğun dar bir alan olması ve havayolunu çevreliyor olması nedeniyle bu boşluğu dolduracak bir kanama hastanın solunumunu kısa sürede kısıtlayabilir. Bu nedenle böyle bir komplikasyon gelişmesi durumunda hastanın tekrar ameliyata alınması zorunludur. Bu ameliyatta hastada biriken kan boşaltılır ve kanama kaynağı kontrol altına alınır. Bu komplikasyon genellikle ameliyatı takip eden 12 saat içerisinde görülmektedir. Görülme sıklığı % 2-4’dür. Çıkarılan tiroid dokusunun boyutu ile bu komplikasyonun görülme riski artmaktadır.
İkinci önemli komplikasyon ise ses kısıklığıdır. Bu komplikasyon tiroit bezinin komşuluğunda her iki tarafta yer alan reküren sinirlerin ameliyat sırasında hasarı sonucu oluşur. Eğer bu hasar tek taraflı ise problem ses kısıklığı, sıvı maddeleri yutarken nefes borusuna kaçırma, ses kalitesinde azalma şeklinde ortaya çıkabilir. İki taraflı hasarda ise ses kısıklığına ek olarak nefes darlığı da ortaya çıkabilir. Bu komplikasyonun görülme sıklığı her bir reküren sinir için % 1-2’dir. Çoğunlukla geçici tipte ses kısıklığı ortaya çıkabilmekte ve bu durum ameliyattan sonraki 1-4 ay içerisinde normale dönebilmektedir. Ancak eğer ses kısıklığı bir yıl içerisinde düzelmez ise bu hastalarda kalıcı ses kısıklığı tanısı koyulmaktadır. Bu komplikasyonun görülme sıklığı özellikle kanser nedeni ile ameliyat olanlarda ve daha önce tiroit cerrahisi geçirmiş hastalarda artmaktadır.
Reküren sinirin hasarı dışında ameliyat sonrasında hastaların ses kalitesi yine de bozulabilmektedir. Buna neden çoğunlukla üst larinks sinirinin ameliyat sırasında hasarının oluşmasıdır. Bu hasar ses kısıklığından çok sesin çabuk yorulmasına ve ince tonda ses çıkarmakta zorluk çekilmesine yol açabilmektedir.
Tiroit ameliyatları sonrası görülebilen bir diğer komplikasyon ise hipoparatiroidi / hipokalsemidir (paratiroid bezlerinin hasar görmesi ve buna bağlı olarak kan kalsiyum düzeyinin düşmesi). Paratiroit bezleri kan kalsiyum düzeyini düzenleyen organlardır. Tiroit bezinin hemen arkasında ona çoğunlukla yapışık halde dururlar. Her iki tarafta ikişer tane bulunurlar. Oldukça küçük boyutta (yaklaflık 40 mgr) olan bu bezlerden bir ya da birkaçı tiroit cerrahisi sırasında hasar görebilmekte ya da istemeyerek tiroit bezi ile birlikte çıkarılabilmektedir. Bu bezlerin hasar görmesi sonucu çoğunlukla geçici ancak nadiren de olsa kalıcı kalsiyum seviyesinde düşmeler görülebilmektedir. Bu komplikasyon genellikle iki taraflı yapılan tiroit ameliyatlarından sonra veya daha önce tiroit cerrahisi geçirmiş olan hastalarda görülmektedir. Bu durumun kalıcı olarak görülme riski % 1-2’dir. Hipokalsemi geliştiği zaman ağız çevresinde uyuşukluk ve ellerde kasılmalar görülebilmektedir. Bu durumun tedavisi hastaya kalsiyum ve D vitamini verilmesidir.
Yara enfeksiyonu % 2-4 hastada görülebilmektedir. Yaşamı tehdit eden bir komplikasyon olmamakla beraber hastaların hastaneye yara kontrolü için sıkça gidip gelmelerine ve uzamış antibiyotik kullanımına yol açmaktadır. Ek hastalıkları fazla olan, sigara içen ve vücudunun başka bir kısmında aktif enfeksiyonu olan hastalarda bu komplikasyonun görülme riski daha fazladır.
Hastaları üzen bir diğer durum ise yara izinin belli kalmasıdır. Unutulmamalıdır ki ameliyattan sonraki ilk bir yıl içerisinde cerrahi kesi yerinde istenmeyen bir iz oluşacaktır. Eğer ailesel veya kişisel bir yatkınlık söz konusu değil ise veya yara enfeksiyonu gelişmedi ise hastalarda yara izi ilk 6 aydan itibaren hızla belli belirsiz hale gelecektir.
Son olarak artık bilimsel çevrelerce komplikasyon olarak kabul edilmeyen bir başka durumdan kısaca bahsetmek gereklidir. Bu da tiroidin çıkarılmasına bağlı olarak tiroit hormonunun yeterince üretilemiyor olmasıdır (hipotiroidi). Bu aslında bilerek oluşturulan bir durumdur. Kaçınılmaz olarak tiroit bezinin büyük bir kısmı ya da tamamı çıkarılıyor ise tiroit hormonunun da kandaki düzeyi düşecektir. Uygulanan cerrahi hastalığın tedavisi için gerekli bulunuyor ise bu tip bir eksiklik de göze alınıyor denmektedir. Bu durumun hayatı tehdit etmemesi için düzenli olarak yaşam boyu tiroit hormonunun dışarıdan (ağız yolu ile) alınması gereklidir.